Ekolojik Sanayi Politikaları

İnsanoğlunun yaşadığı ortam ile ayrılmaz bir bütün oluşturması ekolojinin bütünlüğünü göstermektedir. Etkileşimlerin sürekliliği için doğada gerçekleştirilen insan müdahaleleri kaçınılmaz olmakla beraber doğadan yalnızca çıkar sağlama amacı güden müdahaleler negatif etkilere neden olmaktadır.

Sanayileşmenin ardından kontrolsüz gelişmelerin yaşanması, nüfus artışı ve kentleşmenin artması, tüketim ve atık miktarlarının yüksek olması gibi nedenlerden kaynaklanan ekolojik bunalım başlamıştır. Bu durumun kabul edilmesi ile uluslararası gündem maddelerini ekolojik bunalımdan ekolojik topluma dönüşüm süreci oluşturmaya başlamaktadır. Sanayinin ekoloji ile denge halinde olması sonucu iyileştirme gücünden yararlanılabileceği savunulmakta ve 1950 yılından itibaren ekolojiye zarar vermeyen sanayileşme gelişmeleri yaygınlaşmaktadır. Artan bilinçlenme ve oluşturulan hükümet politikaları ile somut adımlar atılmaya başlanmıştır. Nitekim evrenin taşıma kapasitesi hakkında gelişen farkındalık ve zihniyet sonucu sürdürülebilir sanayi politikaları gündemde kalmaya devam etmektedir.

Kirlilik kontrolü ve temiz üretim yaklaşımları sonucu UNEP 1989 yılında Temiz Üretim Programı’nı hayata geçirmiştir. Bu süreçte Türkiye temiz üretim konusunda yeterli bilinçlenme ve olgunlaşmaya ulaşamamıştır. 2010 yılında Enerji Etiketlenmesine İlişkin Yönetmelik ve Eko-Tasarım Yönetmelik’in yayımlanması ile temiz üretime geçiş konusunda önemli bir adım atılmıştır.

Devamında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na ve bünyesinde barındırdığı Verimlilik Genel Müdürlüğü’ne projelerin hazırlanması, uygulanması ve desteklenmesine yönelik görevler verilmiştir. Temiz üretim projelerine mali destek ve teşvik mekanizmalarının oluşmaya başlamasının ardından TÜBİTAK bünyesinde Çevre ve Temiz Üretim Enstitüsü kurulmuştur.

Sürdürülebilir sanayi politikalarında sanayi ve sınai süreçlerden oluşan değişimler çevre kirliliği, atık yönetimi, yenilenebilir enerji ve iklim değişikliği temellidir. Doğanın taşıma kapasitesinin sınırsız olmamasının anlaşılması çevre kirlilikleri kaynaklı kitlesel ölümlerin meydana gelmesi sonucu gerçekleşmiştir. Ekolojik dengenin bozulmasında toprak, hava ve su kirliliği etkenlerinin yanı sıra ekolojik değerlerin doğru alınmasını engelleyen gürültü kirliliği de çevre kirliliklerinden sayılmaktadır.

Çevre kirliliği ile mücadele etmek için belirlenen ilkeler, kirleten öder, kaynağında önleme ve tedbirli olmadır. Sanayi faaliyetleri ve artan tüketim sonucu oluşan atıkların dörtte biri tehlikeli ve zararlı atıklardan oluşmaktadır. Sınai kazalarda ve genel anlamda imhası zor olan atıkların yönetimi sıvı ve katı atıkların yönetiminden zordur. Ancak geri kazanım ve geri kullanım uygulamalarına ağırlık verilmektedir. 2006 yılında Avrupa Birliği ülkelerinde toplam atığın yarı miktarı geri kazanılmıştır. Ardından bu miktarın arttırılması için yeni stratejiler belirlenmiştir. Bu çalışmalar sürdürülebilir enerji politikalarını beraberinde getirmektedir. Kısa dönemde verimlilik enerji tasarrufu ile sağlanırken etkili ve kalıcı çözüm yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımıdır. Böylece fosil enerji kaynaklarına ve ekolojiye verilen zararın önlenmesi hedeflenmektedir.

İlk yatırım, işletme ve bakım maliyetleri fosil enerji kaynaklarından yüksek maliyete sahip olsa dahi yakıt maliyetleri sıfır seviyesinde olan alternatif enerji kaynakları arasında güneş enerjisi en fazla yararlanılan kaynaktır. Japonya, Avusturalya, Danimarka, Çin, İsveç, Brezilya, Hindistan gibi ülkeler yenilenebilir enerji kaynaklarına önemli yatırımlar gerçekleştirmektedir. Atmosferde bulunan sera gazı miktarlarının meydana getirdiği küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin en önemli nedenlerinden biri artan karbondioksit salınımıdır. Hammadde, su ve enerji kaynaklarının bilinçli temini sonrasında karbon ayak izinin ve küresel ısınmaya katkı sağlayan her etkenin azaltılması hedeflenmektedir.

İklim değişikliği mücadele gerektiren diğer bir politika konusudur. 1992 yılında Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kabul edilmiştir. Karbon emisyonu azaltma yükümlülüğünü üstlenen OECD üyesi ülkelerin ardından 2005 yılında Kyoto Protokolü yürürlüğe girmiştir.

Türkiye’de Sürdürülebilir Sanayi Politikası

Türkiye’de sürdürülebilir sanayi politikası ekolojik sorunlara duyulan ilgi ile başlamıştır. 1970 yılında başlayan ekolojik ilgi 1973-1977 dönemi beş yıllık kalkınma planında çevre için ayrı bölüm oluşmasını sağlamıştır. 1982 Anayasası 56 madde ile koruma altına alınan Çevre Yasası sonucunda atık geri dönüşüm oranları giderek arttırılmıştır.

Türkiye alternatif enerji kaynaklarının kullanımında hidroelektrik ve jeotermal kaynakların kullanımında Avrupa ülkeleri arasında liderdir. Ancak güneş ve rüzgar gücü potansiyeli bakımından dünya liderleri arasında olmasına rağmen yararlanma oranları oldukça düşüktür. 2007-2013 dönemi Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda hedef ve amaçlar belirlenerek oranların hızla yükseltilmesine ön ayak olunmuştur. 2011 yılında Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü kurularak süreç tanımlanmış ve planlanmıştır. Ulusal İklim Değişikliği Strateji Bölgesi’nde küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadele yöntemleri, alınması gereken önlemler, sanayi değişimleri kısa, orta ve uzun vadede hedefler belirlenmiştir. İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’nda ise sera gazı emisyonlarının minimize edilmesi ve enerji verimliliğinin arttırılması kapsamında hedef ve yöntemler belirlenmiştir.

İlginizi Çekebilir